About This Moment We Share / Paylaştığımız Bu An
15.06 - 20.07.2023
Sanatçılar: Enis Malik Duran, Tansu Kırcı, Umut Erbaş
Art On Pera
Meşrutiyet Cad. Oteller Sok.
Hanif Binası 1/A Tepebaşı
34430 Beyoğlu İstanbul
“Duran, sergide yağlı boya ve ahşap üzeri teknik ile beton üzerine çukur baskı yapıtlarını bir araya taşıyor. Sanatçının imge ve zaman ile mekân arasına ‘ektiği’ manyetizmaya izleyiciyi yoğunlaştıran bu eserleri, bellekteki ‘fenomen’leri coğrafî karşılıklarıyla kesiştiren, hem teknik ve hem de kavramsal bağlamda ‘araştırmacı’ bir tavır ortaya koyuyor. Sanatçı, eserlerinde ‘meta-coğrafya’ ve ‘siyasallaşmış topografya’ gibi unsurlara odaklanırken ‘hiçbir yerde’ olmanın özgür suretini nasıl tabir edebileceği gibi, aşkın bir idealin peşine mümkün mertebe sabır ve sadelik ile gitmeyi seçiyor. Pera’da “Paylaştığımız Bu An” özelinde izlediğimiz bu genç adamların üçü de, kendilerini sanat anlayışları ve pratiklerinde ‘kaybederek’ bulma yolunda farklı güzergâh ve araçlar seçseler de izleyenlere anılar, bilgiler, tarihi ve geleceğin yaratıcı tekinsizliğine dair bakir alternatifler vadediyor.”
Evrim Altuğ / Paylaştığımız Bu An Pera'da Sorgulanıyor / Milliyet Sanat
"Duran’ın insan ve doğa arasındaki gerilim ve çelişkileri konu edindiği resimleri tam da Jabès’nin hiçbir yerde olmamak/olamamak üzerine yazdığı dizeleri çağrıştırıyor. Sanatçının imge ve zaman ile mekân arasına “ektiği” manyetizmaya izleyiciyi yoğunlaştıran bu eserleri, bellekteki “fenomen”leri coğrafî karşılıklarıyla kesiştiren hem teknik ve hem de kavramsal bağlamda “araştırmacı” bir tavır ortaya koyuyor. Özellikle Duran’ın tuval üzerine yağlı boya tekniğindeki “Kent” isimli resminde gerçekleştirdiği fırça manevralarında bunu net bir şekilde okuyabiliyoruz. Aynı şekilde ahşabın üzerinde çentikler atarak sabırla işlediği “Arpaçay Akhuryan” isimli eserinde de benzer bir üslubu sahipleniyor. Umut Erbaş’ın dijital manipülasyonlarla işaret ettiği doğayı, Duran bu sefer yüzey üzerinde çizikler ve kesikler atarak ele alıyor. Sarı renginin ağırlıkta olduğu, yüzey araştırması olarak tanımlanabilecek bu resimlerde, insan merkezci yaklaşımı eleştirel bir şekilde ele alırken iktidar temelli tahribata dikkat çekiyor. Son dönem üretimlerinde meta-coğrafya ve siyasallaşan topografya gibi konuları işleyen sanatçı, sınır kavramına gürültüsüz ve yalın bir yaklaşım getiriyor. İçerisi ve dışarısı birbirinden ayıran bir çizgi olan sınır, içerisinin baskısından kaçanlar için aynı zamanda umudun yeşereceği bir mıntıka olarak uzanıyor Duran’ın resimlerinde."
Furkan Öztekin / Paylaşılan Anlar ve Bizim Olmayan Topraklar / Sanat Kritik
Ödünç Manzara
Ortadan Başlamak
22.06 - 30.08 2023
Küratör: Mahmut Wenda Koyuncu
Sanatçılar: Bünyamin Bozkuş, Dilek Özalp, Doğukan Çiğdem, Enis Malik Duran, Erdal Arslan, Esra Özgüroğlu, Fevzi Koyuncu, Gülistan Karagüzel, Hesen Chalak, İlgen Arzık, Locan Ata, Mahmut Akdemir, Mahmut Celayir, Metin Özgör, Oğulcan Yiğit Özdemir, Selin Gömüç, Selmet Güler
Art İstanbul Feshane
Nişanca, Feshane Cd. No:42, 34050 Eyüpsultan/İstanbul
Ödünç Manzara Wenda Koyuncu Küratör "Bugün gözlerimizi yıkılmış, yerle bir olmuş kent manzaralarına açıyoruz. Felaket imgelerinin sıradan, doğal bir hal aldığı bir zaman… İçinde yer aldığımızı düşündüğümüz doğanın veya üzerinde bastığımız; medeniyetler, hayatlar ve hayaller kurdugumuz toprağın tekinsiz bir varlığa dönüştüğü bir duygu iklimi… Manzaraya aşıktı insan. Öyle bir aşk ki bu, her gördüğü çarpıcı manzarayı kendine ait kılmanın sarhoş edici arzusuyla mülhem… Doğayı kontrol edebileceğine dair kör bir kibir ve cahil bir bilgiçlikle inşa edilen şehirler, saniyeler içinde koca mezarlıklara yansıması… Yani, hem yerin kendisine hem de kendimize zamansız eziyetler ve trajediler yaratma konusuda epey ustalaştığımız bir coğrafya… Oysa, bir yere geçici sahiplik etmenin; bir yerin bütün varlıklarıyla barış icinde yaşamanın, orayı yuva olarak benimseminin, o diyardaki ağaca, hayvana, dağa-taşa; başka inanca, dile, cinsiyete veya göçmene efendilik etmeden yaşamanın dilini geliştirmek de pek ala mümkün olabilirdi. Misal bugün Uzakdoğu Zen kültüründe doğaya veya manzaraya dair başka türlü bir dil geliştirmenin imkanını görmek olası. Sürekli afetletlerle, felaketlerle (atom bombası dahil) büyümüş Japon toplumunun-ki Modernleşme tecrübesi neredeyse Türkiye ile aynı zamanlara denk düşer- bugün dünyada popülerleştirdiği Zen bahçecilik kültürü; manzara, doğa, şehirleşme ve toprakla uyumlu yaşam adına derslerle dolu bir kültürdür. Batı kültüründen farklı olarak, bu kültürde, manzara çok önceden resim sanatının temel plastik unsurlarından biriydi. Zen inancına bağlı bu resmetme pratiğinde manzara, Batı’daki gibi ne modern zamanların öznesi İnsan’a ne de daha önceki dönemlerde teolojik göstergelere eşlik eden bir arka fon işlevi görmüştür. Doğa, teolojik kudretin ve yaşamın kültüre hizmet ettiği bir alan değil bizzat ve her an akılda tutulması gereken esas kaynaktır. Aynı şekilde büyük Doğa, Batı’da veya Ortadoğu’da Medeniyetin dışarısı olarak değil, bizzat medeniyetin kendisidir. Medeniyet Doğa’dan ayrılmanın değil, Doğa’nın içinde minör bir kıvrımdır sadece. Burada, doğadan geldiğine dair kuvvetli bir amentünün tezahürüdür manzara. Çin/Japon geleneğinde bahceler tamamen insan eliyle düzenlendiği halde doğal bir görünüm arz etmektedir. Bunlar bir nevi üç boyutlu resim veya sessiz birer şiir olarak anılır. Bahçelerin tasarımında din adamlari, şairler, mimarlar veya ressamlar işbirliği içinde çalışır. Bu ortaklık doğaya saygının veya özlemin vücut bulmuş imgelerini ortaya çıkarır. Kimi bahçeler sadece taş veya kumdan ibaret olabilirken kimileri de düzenlenmiş bir orman gorüntüsü verebilmektedir. Her bir bahçe farklı bir duygu veya inanışın sembolü işlevi görür. Bazısı sebat, bazısı umut, bazısı da aşktır bu bahce tasarımlarının somutlaşmış ifadeleri. Bu bahçelerin özelliklerinden biri de uzaktaki doğal bir görüntüyü bahçenin görüş alanına dahil edip onu bahçenin ayrılmaz bir parçası haline getirmektir. Manzara bazen bir dağ, bazen bir göl, bazen de bir deniz veya ufuk cizgisi olabilir. O manzara bahçenin vazgeçilmez bir parçasıdır. Buna ödünç manzara adı verilir. Ödünç manzarada, uzamdaki her varlık bu evrende birbirini tamamlayan fiziki ve ruhsal dengenin birer parçasıdır . Lakin bu tasarımların derininde yatan başka bir sav daha vardır: Doğadan gelmek ama onu aşmamak. Bu felsefe sadece bahçecilik kültüründe olan bir sey değil tabii; şiirde, mimaride, resimde ve gundelik hayatin bir cok alanında karşılık bulur. mevcuttur. Kadim inanışın en dibinde doğadaki her varlığın bir ruhu ve kişiliği olduğuna dair kuvvetli bir amentü vardır. Güncel politik veya kapitalistik muarızları dışarıda bıraktığımızda Budizm, Tao, Shinto, Konfiçyüs, Zen, Ying Yang gibi kavramlar bu bu bakışı sentezleyen temel düşünce alanlarıdır. Sanatçılar geçmişten beri durmadan doğayı tasvir etmektedirler. Doğayı betimleyici manzara resimleri zamana ve dusunceye göre farklılık gösterse de her zaman ressamların vaz geçilmez temalarını oluşturmaya devam etmektedir. Kimi zaman yansıtmacı-realistik kimi zaman sanatçının düş dunyasina, bilinçdışına veya ruhuna göre içsel bir gerçekliğin imgeleri de olmuştur. Ödünç Manzara Sergisi’de sanatçılarr çeşitli zamanlarda tasvir ettikleri doğa veya hayvan imgeleri ile yapay bir bahce insa etmislerdir. Farkli tarzlardan, malzemelerden ve tekniklerden beslenen bu tasvirler doğanın gittikçe bir simulakra dönüşmesinin izlerini ortaya koyuyorlar. Doğa sadece imgede mi kalmıştır? Ödünç Manzara, yeni bir yüzyıla girmeye hazırlanan bir toplumun yıkıntılar içindeki bir uzama dahil edebilecek manzaranın imkansızlığına bir metaphor olarak yaklaşmanın deneyimini sorgulama amacı taşımaktadır. Şu an üzerimize devrilen enkazları düşündüğümüzde ne tür bir manzaranın bizi beklediği belirsizdir. Öyleyse şimdi gözlerimizi kapatıp bir manzara hayal etmenin tam sırası. Bu manzarada kimler ve neler yer alıyor? Ödünç Manzara’ya hangi bahçe eşlik edecektir? "
Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım" Dediği Eserler
Uğur Ugan
04.04.2023
ENİS MALİK DURAN / Alan Sonfist – “Zaman Manzarası/Time Landscape”
Edisyon No. 1
29.01 - 02.03.2022
Sanatçılar: Adnan Çoker, Avni Arbaş, Beyza Boynudelik, Burhan Doğançay, Cihat Burak, Damien Hirst, Devrim Erbil, Enis Malik Duran, Ergin İnan, Ferruh Başağa, Ferdinand Gehr, Fevzi Karakoç, Fevzi Tüfekçi, Gül Derman, Gülsün Karamustafa, Leyla Gamsız, Sarptürk, Özdemir Altan, Salvador Dali, Sezin Türk Kaya, Shahnaz Aghayeva, Süleyman Saim Tekcan
Galeri 11.17
Gökçe Sokak No:11/A Caddebostan / Kadıköy / İSTANBUL
“Gallery 11.17, gravürden litografiye, dijital baskıdan serigrafiye uluslararası bir seçkiyi “Edisyon No.1” başlığı altında bir araya getiriyor. Özellikle Türk Sanat tarihinde baskıresim alanında söz sahibi olan bir çok üst kuşak sanatçıyı odağına alan seçki, Damien Hirst, Salvador Dali gibi uluslararası isimler ile yakın kuşak Türk sanatçıları da listeye dahil ediyor. Edisyonlu işlerin, başlangıcından bugüne geçirdiği içerik değişimini baz alarak, hem modern dönem hem de çağdaş sanat alanındaki varlığına dikkat çekmek niyetindeki sergi, baskı etiğini, sınırlı sayıda basılmış orijinal işlerin biricikliğini, ulaşılabilir haliyle çekici olan bu kağıt işlerin aslında nasıl bir disiplin ve özenle üretildiğini de izleyiciyle paylaşmak niyetinde. Yeni isimlerle serginin ileriki edisyonlarının gerçekleşmesi ise diğer bir amaç.”
Yazı: Beyza Boynudelik
“Edisyon No.1” Uluslararası Seçki Gallery 11.17’de Başladı / Sanat Okur
Biz Buradayız! Ya Siz?
21.10 - 08.11 2019
Küratör: Kıymet Giray
Sanatçılar: Beyza Boynudelik, Burçin Erdi, Elif Yılmaz, Erhan Lanpir, Gülcan Şenyuvalı, İsmail Ateş, Pelin Özgöçen, Seydi Murat Koç, Enis Malik Duran
Tünel Sanat Galerisi
Müeyyet Sokak: No:1 Tünel / İstanbul
Biz buradayız! Ya siz? Prof. Dr. Kıymet Giray "Burada olmak üzerine söylenecek çok söz, üzerinde düşünülecek birçok fikir ve hatta inceleme formatı olmalı diye düşünüyorum. Benim içinse, sanat için yeni düşünce alanları yaratmak için seçilmiş bir konsept aslında. Biz Buradayız!! Ya Siz? Bu yan yana gelmiş olan iki kısa tümce, asal olarak sanatın tarihi içinde var olmanın gerekliliğini belirleyen hedefleri işaretlemektedir. Sanatın tarihini, tarihi süreçlerin sürekliliğini sanat eserleri oluşturur gerçekliğinden başlayarak ilerleyelim. Sanatın tarihini belirleyen sanat eserleri, yaşandıkları dönemin estetik duyarlığı ile anlam kazanır. Bu eserleri yaratan sanatçılar, tıpkı sanatın tarihini yazan sanat tarihçiler gibi, yaşadıkları coğrafyaların farklı dönemlerinin aydınları, toplumlarının entelektüelleridir. Yüzyılların göstergeleri olan sanat eserleri ile sanatın tarihinde yerlerini almalarının nedeni, dönemlerinin tarihi, kültür yapısı, bilimsel gelişmeleri, erdemleri ve hatta ekonomik ve politik güçleri hakkında da değerlendirme alanlarını temsil etmeleridir. Bir başka söyleyişle; bizim, yani insanın, dünya üzerinde varlığının izlerini ve gelişimini, onların aralarından yetenekleriyle ayrılan, düşünce yapılarıyla dönemlerini kavrayan, felsefeleriyle çağlarını aydınlatan sanatçıların yapmış oldukları sanat eserleri üzerinde yapılan bilimsel değerlendirmelerle öğreniriz. Sanatın gelişimini sanat eserlerini örnekleyerek yazan sanat tarihi, aynı zamanda sosyal, siyasi, ekonomi ve politika tarihinin kaymağını da oluşturmaktadır. Tam da bu noktada, sanatın tarihinin sürekliğinin önemini belirlemek gerekir. Geçmiş ve gelecek arasında kurulan en önemli köprüdür sanat. Gelecek geçmişin tarih dönemlerinin içinde gelişen sanat hareketleriyle örneklenirken, kalıcı olmayı başarmış olan bu sanat eserleri, geleceğin kaynakları arasında öncelikli yerini almaktadır. Çağdaş olan sanatı tanımlamak, klasiği bilmek, moderni anlamak, felsefesini, estetiğini kavramak ve geleceği hedefleyen bilimsel gelişmeleri tanımlamakla olasıdır. Yüzyıllarla açıklanabilen sanat tarihi içinde aldığınız yerle temsil edilen klasik sanat gibi, çağdaş olanı ortaya çıkartmak da; yeni düşünce, estetik duyarlık ve araştırmalarıyla olasıdır. Klasik eserleri yaratan sanatçılar, güncel olanın içinden arınarak, sanatın tarihinde yerlerini alırken, genç sanatçılar yenilikçi malzemeler, teknikler ve düşüncelerle güncel sanatı oluşturmaya başlar. Bu bir dönüşüm zinciridir. Biz buradayız! Ya siz? Sergimiz bu sürekliliği belirleyen sergiler dizimizin halkalarından birisi olmayı hedeflemektedir. Türk resim sanatının önemli koleksiyonlarının sergilerinin devami, çağdaş sanatın güncel tasalarını sorgulayan gençlerin eserlerinin toplumla paylaşılmasının Örneğidir. Sergi kapsamında bir araya gelen genç sanatçılar 2000 yılından bu yana birlikte yürüdüğümüz, küratörlüğünü yaptığım kapsamlı sergiler ve organizasyonunu gerçekleştirdiğim sempozyumlarda birlikte çalıştığımız, gelişimlerini yakından takip ettiğim genç kuşak sanatçılar arasından seçilenler. Devamlılığı içinde diğer genç ressamları ve heykel sanatçılarını da kapsamına alacak Biz Buradayız! Ya Siz? Sergiler zincirinin ilk halkasının sanatçılarıdır. Dönemlerini tanımlayan çalışmalarıyla tanınan gençler; sergimizde yer alan eserleriyle günümüz sanatını temsil etmektedirler. En genç sanatçımız olan Enis Malik Duran, Doğa ressamıdır. Onun ıssız doğa resimleri, alan, mekân, uzam sorunsalının perspektif denemeleridir. Kırılmalar, yaylar ve boşluklar arasında yeni tasarım modelleri oluşturan Duran, ısısız dünyanın insansız boşluğunu resimler
21. Yüzyıl Resminde Doğa Kavramı
Enis Malik Duran
28.09.2015
Enis Malik Duran/ 21. Yüzyıl Resminde Doğa Kavramı / E-Skop
Sınır / Boundary
05.04 - 27.04 2014
Harmony Sanat Galerisi
İcadiye Caddesi, Kuzguncuk /İstanbul
Huzur Vermeyen Manzaralar Rahmi Öğdül Peyzaj ya da manzara resmi doğayı evcilleştirme sürecinde icat edildi. Etrafını çitlerle çevirerek kendini doğadan ayıran insan içeride mutlak bir düzen, kozmos yaratırken, çitlerin ötesinde uzanan doğayı ise mutlak kaos olarak tanımladı. Korkunç kuvvetlerin kol gezdiği bir alan olarak doğanın unsurları, ancak evcilleştirildiği, denetim altına alındığı ölçüde çitin içine dâhil edilebiliyor. Peyzajın temsil ettiği doğa da evcilleştirilmiş bir doğa temsili olarak duvarlarımızı süslüyor. Romantiklerin yüce kavramına öncülük eden doğanın kudretli yüzünün temsilleri bile bir süre sonra klişelerden oluşan doğa repertuarlarımızda yerini almakta gecikmiyor. Tanıdık olmayan bir manzara karşısında nutku tutulan Romantikler gibi kekelemeye başladığımızda, yaşadığımız deneyimin dile getirilmezliğini, acayipliğini dışa vurmuş oluyoruz. On sekizinci yüzyılda Alplerde gezintiye çıkan ve ilk kez gördüğü yabansı, yabancı doğa görünümleri karşısında “Salvador Rosa! Poussin! Saveri! Ruisdael!” diye bağırarak yaşadıkları dehşeti bildik terimlere dönüştürmeye çalışan Romantikler, yeni olanı eski çerçevelere oturtmaya, yabani olanı evcilleştirmeye çalışıyorlardı bir bakıma. Alplerde doğanın kudreti ile karşılaşan romantikler yaşadıkları karşısında doğa temsillerine sığınıp yüce kavramıyla anılan peyzaj ressamlarının adlarını sıralıyorlardı. Dile getirilemez olanı, deneyimin ele avuca sığmazlığını temsiller üzerinden evcilleştirirken kendilerini rahatlatıyorlardı böylece. Resmedilmeye değer, resim gibi anlamlar taşıyan pitoresk terimi, doğal dünyanın bizi tedirgin eden öğelerini işlemden geçirip yeniden üreten bir yöntemi vurguluyor. Sonuçta oldukça estetik ve metalaşmış bir doğa görünümü çıkıyor ortaya; baktığımızda bir klişeye oturtup kendimizi rahatlatıyoruz. Oysa Enis Malik Duran’ın resimlerinde evcilleştirilemeyen, pitoreskin tuzağına düşmeyen bir taraf var, sınır bölgelerini resmettiği için belki: evcil olan ile yabancı olan arasındaki geçiş mıntıkasını. Yerleşikler eş merkezli çemberler şeklinde örgütlenirken sınıra doğru gidildikçe merkezin denetim altında tuttuğu bölgenin etkisi giderek azalıyor; sınır bölgesi, mutlak düzen topraklarının, kozmosun, kaosun tehlikeli kuvvetleriyle karıştığı bir mıntıka. Enis Malik Duran’ın manzaraları tedirgin edici bir coğrafyada bulunduğumuzu hissettiriyor. Huzur veren bir peyzaj değil. Bir bıçak yarası gibi yeryüzünde açılan yaraları andırıyor sınır bölgelerindeki düzenlemeler. Kasvetli renklerin rahatsız edici fırça darbeleriyle tuvale yedirilmesi bu yaraları yüzeye çıkarıyor. Dokunduğunuzda pürüzsüz bir yüzeyle değil, pürtüklü ve vahşi bir dokuyla temas ediyorsunuz; çorak toprakların dikenli bitkilerini andıran dikenli teller tenimizde de onarılmaz yaralar açıyor. Sınır bölgesi insan bedeninde ölümcül yaraların açıldığı bir mıntıka aynı zamanda. Sınırı aşmaya çalışanlar mayınlı bölgeyi geçmeyi başarırlarsa şayet, iz tarlası denilen düzleştirilmiş bir arazide iki ateş arasında kalabiliyor ve yaralı ya da ölü bedenleri de bu arazide bir iz bırakıyor: yeryüzünde ve bedende açılmış yara izleri. Duran’ın resimlerindeki iz tarlaları, ölü bedenleri hatırlatıyor bize; tutsaklık ile özgürlük arasında sıkışıp kalmış ölü bedenler. Tuhaf bir bölgedeyiz. Yerleşiklerin merkezinden uzakta, sınır bölgesinin belirsizlik mıntıkasındayız. Duran’ın resimlerinde iz, başat bir izlek olarak çıkıyor karşımıza. Bazen doğanın bağrında açılmış bir yarık, çukur olarak, çoğu kez de iki bölgeyi birbirinden ayıran sınır olarak. Sınır, özgürlük kavramına eşlik etmiştir hep. Truman Show filminden hatırlayalım. Filmin kahramanı yerin boğucu ve tekrarlardan oluşan havasından kaçmak için teknesiyle ufuk çizgisine doğru yola çıkıyor, ama sürekli bizden kaçan ufuk çizgisi yerine duvarla karşılaşıyordu; teknesinin ufuk çizgisine, daha doğrusu ufuk manzaralı duvara saplandığı ân, hayal kırıklıklarının ve aydınlanmanın yaşandığı ândır. İktidar, sürekli bizden kaçan bir ufuk çizgisi yerine duvar, doğa temsillerini seyrederek oyalanalım diye duvara bir peyzaj resmi boyadığında; tüm peyzaj resimleri tarihini de özetlemiş oluyordu. Doğanın çağrısını dinleyip yolculuğa çıkmak, tekrarlar yerine beklenmedik şeylerle karşılaşmak varken, duvarlar arasında tutsak halde peyzaj resimlerini seyrederken buluyoruz kendimizi; iktidarın kodlayıp tanımladığı yerden bir türlü kopamıyoruz. Sınır, içerisi ile dışarısını birbirinden ayıran bir çizgi. İçerisinin baskısından, boğucu mutlak düzeninden kaçanlar için sınır aynı zamanda umudun yeşereceği bir mıntıka olarak uzanıyor; sürekli tekrarlardan oluşan içerisinin aksine, insanın başına en iyisinden ya da en kötüsünden beklenmedik şeylerin gelebileceği bir mıntıka. Umuda yolculukta aşılması gereken bir eşik, zorlu bir eşik. Sınırın mayınlı ve tehlikeli bölgelerini aştıktan sonra mevcut gerçekliğin ötesine, hayalimizin yeşereceği sınır ötesine geçebiliyoruz ancak. Mevcut gerçeklik ile hayallerimiz arasındaki belirsizlik mıntıkasındayız. Enis Malik Duran bu tedirgin edici belirsizliği, tekinsiz bölgeyi bize duyumsatıyor. Sanatçının çocukluğunun geçtiği coğrafyanın topografyasında da tedirgin edici bir şeyler var. Kuşaktan kuşağa aktarılan geçmiş olayların, acılarının biriktiği kıvrımlar gibi duruyor yeryüzündeki yarıklar. Ya da kenarında sırtlanların durduğu yeryüzündeki kara delikler. Kara delikler de yeryüzünde derinlemesine açılan yaralar gibi bizi rahatsız ediyor. İnsanoğlu, etrafını çitlerle çevirerek doğadan koparken, dikine bir örgütlenmenin hiyerarşik kulesine kapatmış kendisini ve en üste de kendisini yerleştirmiştir; doğaya tepeden bakıyor. Ya da bu hiyerarşik kuleyi tersine çevirdiğimizde, yeryüzündeki bir kuyuya dönüştüğünü ve insanoğlunun kendisini bir kuyunun dibinde bulacağını göreceğiz. Kulenin en tepesi ya da kuyunun dibi, fark etmiyor. Doğada ve insan doğasında açılan derin yaraların izleri bunlar. Yeryüzünden koptukça yükseldiği yanılsamasına kapılan insanoğlu aslında kendini dipsiz bir çukurun karanlığına hapsediyor; hayat yüzeyde, yeryüzünde akarken sırtlanlar dipteki bu yaratığı seyrediyorlar. Enis Malik Duran’ın resimleri, iktidarın yeryüzünde ve insan bedeninde açtığı derin yaraları görünür kıldığı için rahatsız ediyor bizi; pitoreskin klişelerine düşüp kendimizi rahatlatamıyoruz. Yer-yazımı anlamına gelen coğrafyanın işlemleri bedenler üzerinde de devam ediyor; yeryüzünü durmadan yeniden yazmaya çalışan iktidarın yeryüzünde bıraktığı derin izlere bedenlerdeki yaralar eşlik ediyor.
Evet Dağın Umrunda Her Şey Ali Şimşek Bir manzaraya baktığımızda şiddeti, trajik olanı, endişeyi ve anksiyeteyi duyumsuyorsak sadece resimsel (pitoresk) bir uzaya bakmıyoruzdur artık. Manzaranın insanileştiği bir eşikteyizdir artık. Bilinen bir sözdür ve bence de çok anlamlı ve felsefidir. Tavşan dağa küsmüş. Ama dağın umurunda olmamış ya da haberi... Oysa Romantizmden itibaren içine girdiğimiz doğa, manzara tam da muhatap isteyen bir dağ istiyor.... İnsan dağa küsmüş, ama dağın umurunda bu iç sıkıntısı diyebilmek bence önemli bir dönüşüm. Bu bildik anlamda doğayı sömürgeleştirmek, onu antropolikleştirmek değil elbette. Ya da sadece göze gelmiş, evcilleştirilmiş bir parça da değil. Landscape (Manzara) burjuvazinin özgüveniyle yayılan bir iktidara da hitap ediyordu biliyoruz. İşlenecek, satın alınacak, ya da aristokrasinin payesini ikame edecek bir ele geçirme.... Lezzetli bir seyir hali. Dostum Rahmi Öğdül'ün söyleyişiyle: “Peyzaj ya da manzara resmi doğayı evcilleştirme sürecinde icat edildi. Etrafını çitlerle çevirerek kendini doğadan ayıran insan içeride mutlak bir düzen, kozmos yaratırken, çitlerin ötesinde uzanan doğayı ise mutlak kaos olarak tanımladı. Korkunç kuvvetlerin kol gezdiği bir alan olarak doğanın unsurları, ancak evcilleştirildiği, denetim altına alındığı ölçüde çitin içine dâhil edilebiliyor. Peyzajın temsil ettiği doğa da evcilleştirilmiş bir doğa temsili olarak duvarlarımızı süslüyor. Romantiklerin yüce kavramına öncülük eden doğanın kudretli yüzünün temsilleri bile bir süre sonra klişelerden oluşan doğa repertuarlarımızda yerini almakta gecikmiyor.” Romantizmden, huzursuz Van Gogh'a, geometrik neşterle lirizmli tehlikeli bir evliliğe sokan Cezanne'a; oradan modern vicdanımızın boya sürüşü olan Anselm Kiefer'in uzamına girmek işte bu “mülk” edinmenin kendisinden kaçmaktı biraz. Sınır çizen, birbirine gerilimli elektrikler yükleyen, arıklarla, sararmış otlar ile, varlığın derin yarasını pay eden patikalarda yankılanan bir huzursuzluk. Latince signature (imza) kavramının tarla ve toprak arıklarından gelmenin bir anlamı olmalı. İmza toprak ve mülkiyettir. Ama her imza mülkiyete karşı derin bir yaradır biraz. Enis Malik Duran'ın manzaraları, arık ve sararmış otları; bütün yüzeye yayılmış gerilim ve şiddeti bence koca bir geleneği güvenle sırtlıyor. Yeni keşfettiğim sarıyı balkılayan fırça vuruşları; bazen neşter keskinliğini ve ürpertisini veren çiziktirmeleri usta bellediği Kiefer'in sorumluluğunu taşıyor. Yine katalog yazısını kaleme alan sevgili Rahmi'nin deyimiyle: “Enis Malik Duran’ın manzaraları tedirgin edici bir coğrafyada bulunduğumuzu hissettiriyor. Huzur veren bir peyzaj değil. Bir bıçak yarası gibi yeryüzünde açılan yaraları andırıyor sınır bölgelerindeki düzenlemeler. Kasvetli renklerin rahatsız edici fırça darbeleriyle tuvale yedirilmesi bu yaraları yüzeye çıkarıyor. Dokunduğunuzda pürüzsüz bir yüzeyle değil, pürtüklü ve vahşi bir dokuyla temas ediyorsunuz; çorak toprakların dikenli bitkilerini andıran dikenli teller tenimizde de onarılmaz yaralar açıyor. Sınır bölgesi insan bedeninde ölümcül yaraların açıldığı bir mıntıka aynı zamanda. Sınırı aşmaya çalışanlar mayınlı bölgeyi geçmeyi başarırlarsa şayet, iz tarlası denilen düzleştirilmiş bir arazide iki ateş arasında kalabiliyor ve yaralı ya da ölü bedenleri de bu arazide bir iz bırakıyor: yeryüzünde ve bedende açılmış yara izleri.” Çit; o güven veren, bölgeyi insana açan, doğayı dışarıda tutan uğursuz sözcük. Kapitalizmin diğer adıydı çitleme. Tekstilin tıkır tıkır işleyen makinelerine hazırlanan koyunların otlatıldığı geniş ve yeşil araziler; ve kentlere doluşan topraksız köylüler. Malik'in “Sınır”ı bunu da düşündürüyor. Malik'in huzursuz manzaraları 27 Nisan tarihine kadar Kuzguncuk Harmony'de izlenebilir. ©sanatatak.com